Röportaj: MUSTAFA ALİ YURDUPAK

21-04-2024 20:51
Röportaj: MUSTAFA ALİ YURDUPAK

Tarih boyunca edebiyatın “üvey çocuğu” olarak görülen polisiye, sadece küçümsenmekle kalmamış bir “kaçış yazını” şeklinde tanımlanarak “ucuz edebiyat” alanına dâhil edilmiştir. Fakat eleştiriler ne dozda olursa olsun polisiye hem dünyada hem de ülkemizdeki yolculuğunu kararlı bir şekilde sürdürmeye devam ediyor. Ünlü eleştirmen ve koleksiyoncu Erol Üyepazarcı’nın tabiriyle, “edebiyat tapınağının gardiyanları” tarafından yerden yere vurulan polisiye türü hem konusu hem de kurgusuyla bizleri şaşırtacak eserler üreten yetenekli kalemlerle yoluna devam ediyor. Yazarların ve okurların bu türe olan ilgisi gün geçtikçe daha da artıyor. Polisiye edebiyata emek veren, gençlere bu türü sevdirmek için çaba gösteren bir yayınevi yöneticisi olarak şunları söyleyebilirim:

Hem bu türe gönül veren yazarların hem de okurların “polisiye” merakı çığ gibi büyüyor. Genç yazarlardan editörlerimize ulaşan polisiye dosya başvuruları küçümsenmeyecek kadar fazla. Biz de onların bu denemelerini dikkate alan bir yayınevi olarak ülkemizin gelecekteki değerli yazarlarına yatırım yapmayı kendimize görev biliyoruz. Sadece tecrübesiz kalemler mi? Elbette hayır! Bu alanda işini hakkıyla yapıp kendini kanıtlayan yazarları da baş tacı etmeye özen gösteriyoruz.    

Bugün sizlerle bir araya getireceğim yazar dostum Mustafa Ali Yurdupak, İnkılap Kitabevi’nden çıkan ilk romanı “Gündönümü Harekâtı”yla kendini kanıtlayan ve kalemi güçlü olan bir yazar. İlk romanını 1940 Almanya’sının da içinde olduğu bir casusluk hikâyesiyle taçlandırıyor. Tabii ki bu anlatıda da her yol İstanbul’a çıkıyor.

Diplomatlık mesleği nedeniyle istihbarat dünyasının işleyişine hâkim olan Yurdupak, bu tecrübesini kalemine yansıtmayı çok iyi beceriyor. Sözü fazla uzatmadan, kendisiyle yapmış olduğum söyleşiyi sizlerle paylaşıyorum. Son olarak, “Mustafa Ali Yurdupak” ismini bir yerlere not etmeyi unutmayın lütfen. Onun kitaplarını okuduğunda Osman Aysu’nun şunu söyleyeceğine eminim:

“Çok şükür yalnız değilmişim!”

Soru 1- Mustafa Bey, söyleşinin sonunda kısa bir biyografinizi yayımlayacağım. Yazarlık yönünüzü fazlasıyla konuşacağız ama sizin ağzınızdan şunları duymayı çok istiyorum: “Mustafa Ali Yurdupak” kimdir, neler yapar, nelerden hoşlanıp nelerden uzak durur?

M.A.Y.: Kısa tercüme-i halimi verecek olursam Samsun’da doğup büyüdüm. Boğaziçi Üniversitesi’nden 2001 yılında mezun oldum. Yüksek Lisansımı Harvard Üniversitesi’nden kamu politikaları alanında tamamladım. 20 yıl boyunca kamu görevlisi olarak uluslararası ticaret düzenlemeleri, ticaret diplomasisi, KOBİ’lerin uluslararası rekabet edebilirliği gibi konularda çalıştıktan sonra kariyerime bir Birleşmiş Milletler kuruluşunda dezavantajlı gruplar için kapsayıcı kamu politikaları geliştirilmesi alanında devam ediyorum. Mustafa Ali Yurdupak okumayı, öğrenmeyi ve araştırmayı seven bir âdemoğludur. Mesleki ve özel merak alanları birbirinden oldukça farklıdır. İkisine de zaman ayırma gayreti olduğu için hiç boş vakti yoktur. Mürailikten ve maddiyatçılıktan hazzetmez ve uzağından bile geçmemeye çalışır.

Soru 2- Kendimden biliyorum, her yazarın çocukluğundan itibaren edebiyata ilgisi mutlaka vardır. Ortaokul ve lisede yazdığım öykülerin sayısını hatırlamıyorum bile. Aynı şekilde okur olarak da küçük yaşta birçok klasik eseri okuyup bitirmiştim. Sizde işler nasıldı o yaşlarda?  

M.A.Y.: Okuma-yazmayı öğrenmeden evvel hikâyeler masallar uydurup çevremdekilere anlattığımı hatırlıyorum. Yazarlık ise okumayı öğrenmekle eş anlı başladı. İlkokulda okuduğum çocuk klasiklerini taklit eden öyküler yazıyordum. Jules Verne’in kemiklerini az sızlatmamışımdır! Ortaokul ve lisede bu hevesimi uykuya yatırdım. Üniversite yıllarında kısa öyküler yazıp arkadaşlarla çıkardığımız dergilerde yayımlattım. Profesyonel hayata başlayınca yazma hevesim daha uzun bir kış uykusuna yattı. 2018 yılında uyandı ve o zamandan beri “uykusunu almış ve cin gibi” diyebilirim. Üretken bir dönemdeyim. Sadece romanlar değil dergilere, bloglara da yazılar kaleme almaya çalışıyorum.

Yaptığım şeyin hakkını verebilecek kadar üzerine eğilmemi sağlayacak bir zaman aralığı bulana dek erteleme gibi bir takıntım vardı. Bunu aştım. Şunu biliyorum böyle bir zaman asla olmayacak. Meslek hayatımın da oldukça yoğun bir dönemindeyim ama yazmayı duraklatmak gibi bir niyetim yok. İçimden bir ses “şimdi değilse ne zaman” diyor.

Soru 3- Çocukken okuduğum klasik eserleri yetişkin olduğumda tekrar okumak gibi bir alışkanlığım var. Olgunlaştıkça bu eserlerden çıkardığım sonuçların derinleştiğini görüyor, aslında neler kaçırdığımın farkına varıyorum. Bu durum sadece benim için değil çoğu okur için de geçerli. Yaş aldıkça klasikleri yeniden okuyup üzerinizde bıraktıkları etkiyi test etme deneyimi konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizce bunu yapmalı mıyız? Yoksa zaman kaybı mı?  Bir de “okur olarak “Mustafa’dan bahseder misiniz?”    

M.A.Y.: Okuma çevirimlerimi şöyle özetleyebilirim. Herkes gibi çocuk klasikleri ile başladım. Kapaklarını Mustafa Delioğlu’nun çizdiği Serhat Yayınları’nın klasiklerini sahaflarda görünce hala burnum sızlar. Ortaokul ve lise yılları Stephen King, Agatha Christie, Fredercik Forstyh gibi yazarlarla ile geçti. Üniversite yıllarında klasiklere yöneldim. Uzun bir süredir de biyografi ve otobiyografileri tercih ediyorum. Okuduğum kitapları tekrar okuma çok istediğim ama pek yapmadığım bir şey. Keşfedilecek çok fazla kitap var ve ömrümüz çok kısa. Okurken bazı satırların altını çizmek, o anda bende uyandırdıklarını hemen yanına not almak gibi kitapla etkileşimi artırmaya çalışan bir okurum. Bazen yıllar önce yazdıklarımı okuyorum ama o genç Mustafa’nın yazdıklarına tahammül edemiyorum çoğunlukla. “Bu kadar saf ve bu kadar ukala olabilmeyi nasıl başardın?” diye kendime kızıyorum.

Bir örnek vereyim. Üniversite’nin ilk yılında Stendhal’in ‘Kızıl ile Kara’sını okudum. Sınıf atlamanın askeri veya dinsel bir kariyerden geçtiği monarşik bir toplumda yükselme hırsına sahip genç bir adamın, Julien Sorel’in, öyküsünü anlatır. İsmi de buradan gelir kızıl o çağların asker tüniklerinin rengi kara ise papaz cübbesinin rengini remzeder. Bazı sayfalara öyle notlar almışım ki evlere şenlik! Oysa bu öyküyü 20 seneyi aşan bir kariyer yolculuğu, sosyoekonomik haritada nerede olduğuna dair gelişen öz farkındalıkla okuduğunuzda apayrı bir deneyim yaşıyorsunuz. Yine de yeni bir şeyler okuma arzusu bu deneyime baskın çıkıyor. Kim bilir belki bir gün okunacakların sonunun olmadığını kabullenir ve pes edip kütüphanemde kendi geçmişime bir yolculuğa çıkarım.

Soru 4- Gelelim yazarlık kariyerinize. Yazmaya nasıl karar verdiniz? Nelerden beslenip nelerden ilham aldınız? Çalışmalarınızı incelediğimde sıra dışı konuları seçtiğinizi görüyorum. Kahramanlarınız arasında tarihi figürlere yer veriyorsunuz. İlk romanınız “Gündönümü Harekâtı” İnkılap Yayınları tarafından yayınlandı. Burada özellikle Türk ajan Amcabey karakteri ilgimi çekti. Amcabey’in sizin için önemini kısaca anlatır mısınız?

M.A.Y.: Az önce de bahsettiğim gibi daha okumayı öğrenmeden hikâye uydurmaya başlamıştım. Sanırım “bir homo narrans olarak doğmuşum” diyebilirim. Yazmaya bir daha bırakmamak üzere başlamam birkaç etkenin üst üste gelmesiyle oldu. “Hakkını verecek kadar zamanım yok” diye ötelediğim yıllarda aslında okuyarak hazırlık yapmakta olduğumu yazmaya başladığımda fark ettim. 2010’ların sonuna doğru “artık hazırsın” diyen emareler başlamıştı. Uzun uzun düşünüyordum. Kafamda hikâye ve roman konuları belirip kayboluyordu. Yine de temkini elden bırakmadım. “Şu meseleye profesyonelce bir eğileyim” düşüncesiyle 2018’de Sinemart’ın yazarlık ve editörlük kurslarına devam etmeye başladım. Eğitim almak bende yazma eylemimi sistematize edebilmemi ve yazdıklarıma dostların ve tanıdıkların haricindekilerden tepkiler almamı sağladı. 2019’da kursu bitirdiğimde elimde Gündönümü Harekâtı’nın konu planı vardı.

Amcabey bu ilk romanımın başkarakteri. John Le Carre için George Smiley ne ise “Amcabey” lakaplı Münir Şekip Alkan da benim için o. Münir Şekip Alkan MİT’in öncülü olan Milli Emniyet Hizmeti’nde (MAH) görevli bir istihbaratçı. 1930’lardan 1950’lere kadar olan başka maceralarını da okuyacaksınız. Gündoğumu Harekatı’nda, 1943 yılının kışında yani II.Dünya Savaşı tüm hızıyla sürerken, ülkemizde saklanmakta olan Nazi rejimine muhalif Alman bir bilim insanını kaçırmakla görevlendirilmiş bir Gestapo ajanıyla mücadelesini anlattım.

Amcabey sıradanlığı ile sıra dışı bir istihbaratçı. Dışardan bakıldığında onu farklı kılan hiçbir şey yok. Kelliği, kilolu hali, melon şapkası ve tel çerçeveli gözlükleri ile Cemal Nadir Güler’in çizdiği karikatür tiplemesi Amcabey’e benzetildiği için bu adla anılıyor. Kafası oldukça iyi çalışıyor. Tuhaf bir inatçılığı ve güçlü bir iradesi var. Romanda onu ‘müşkülpesent bir İngiliz uşağının vazife aşkı ve bir dervişin ihtirassızlığı’ ifadesiyle tasvire çalıştım. Rakiplerini bilek değil akıl gücüyle alt etmeye çalışan bir istihbaratçı. Zaafı sigara tiryakliği, merakı el yazması eserler. Boğazına pek düşkün ama bir vakaya konsantre olmuşsa iştahı kapanabiliyor. İstanbul sokaklarında yürümekten ve düşüncelere dalmaktan zevk alıyor.

Soru 5- Polisiye edebiyatında en az esere sahip olan “casusiye” türü, yazarlar tarafından çok tercih edilen bir alan değil. Bunun sebebi konusunda ne düşünüyorsunuz? Peki siz, neden bu alanı seçtiniz?

M.A.Y.: Bunun nedeni biraz da ülkenin geçmiş siyasi konjonktürü olduğunu düşünüyorum. Yakın zamanlara kadar istihbarat denilince akla fişleme, işkenceli sorgular, Ziverbey Köşkü gibi şeyler akla geliyordu. İş polisiye olunca suçlular gibi kenar mahalleden yetişmiş halkçı polis tiplemeleri yaratabiliyorsun. Cüneyt Arkın’ın canlandırdığı komiser Cemil veya Emrah Serbes’in Behzat Ç karakterleri “hardboiled” unsurlar da barındıran tipik örnekler. Ancak “halkçı istihbaratçı” diye bir tipleme yapamazsınız. Yazar çizer takımında korku ve nefret uyandıran bir şeyden pozitif öyküler çıkarmaya gayret edilmediğini düşünebiliriz.

Son dönemlerde istihbarat teşkilatının iç ve dış tehditlere karşı faaliyetleri çevresinde daha etkili bir kamu diplomasisi yürütülüyor. İnsanımıza istihbarat organlarının korkulacak değil gurur duyulacak birimler olduğu mesajı veriliyor. Bu alanda filmler, diziler ve kitaplar da geometrik olarak artıyor. Ama edebi alanda fazla bir hareketlilik göremiyoruz. Ben bu durumu bir fırsat olarak gördüm. Alanda az sayıda roman olmasından hareketle belki bir boşluğu doldurabilirim düşüncesiyle bu alana yöneldim. Bunu yaparken de son dönemde yaşanan hareketlenmeye paralel olarak yazın kısmında yaşanması muhtemel olan hareketliliğin de yine son birkaç on yılı daha çok konu edineceğini tahmin ederek daha dokunulmamış bir alan seçmeye çalıştım ve erken dönem Cumhuriyet devrini konu alan “tarihi casusiye” diyeceğimiz bir türde yazmaya çalışıyorum.

Soru 6- Bu vesileyle İkinci romanın müjdesini de vermiş olalım; “Sahte Bayrak Operasyonu” adlı romanınız çok yakında Dark İstanbul etiketiyle raflarda olacak. Romanı ilk okuyan şanslı kişilerden biri olarak şunu söylemek istiyorum: Kurgusu, anlatımı, tarihi figürleriyle muhteşem bir içerik! Buna sürpriz çizimlerle harika bir kapak çalışması eklenecek olursa müthiş bir casus romanı geliyor.  İlk romanda olduğu gibi bu eserde de Amcabey karakteri başrollerde. Başka sürpriz kahramanlar da var; tarihe damgasını vuran… Spoiler vermeden yeni romandan biraz bahsedelim mi?

M.A.Y.: Elbette. Bir Amcabey üçlemesi planım var. Gündönümü Harekâtı bu üçlemenin ilk kitabı oldu. ‘Sahte Bayrak Operasyonu’nu “Gündoğumu Harekâtı” adı altında yazdım. İlk romanın konu ettiği zaman diliminden yedi yıl öncesindeki bir macerayı anlatacağım. Yani Amcabey’i 1936’da göreceğiz. Bu yönüyle ilk romana bir “prequel” olacak. Niyetim 1950’lerin başında geçen bir de “sequel” yazmak. Onun da adı “Günbatımı Operasyonu” olmasını planlıyorum. Önce bu 3 taşıyıcı kolonu yerleştirmeyi arzuluyorum. Sonrasında esas oğlanı başka maceralara da sürükleriz!

Dediğiniz gibi sürpriz kahramanlar var. Az önce “tarihi casusiye” diye nitelediğim bu türde yazarken dönemin gerçek karakterlerini de romana “cameo” denilecek türden küçük rollerle serpiştirmeyi seviyorum. Gündönümü Harekâtı’nda Hitler, Himmler, Churchill, dönemin Emniyet Müdürü Haluk Pepeyi, MAH Reisi Mehmet Naci Parkel hatta sahaf Raif Yelkenci ve Mihri Belli gibi isimlere satırlarımda rol verdim. Bu defa Stalin, Kral VII.Edward, meşhur milyarder Kalust Gülbenkyan gibi isimler okuyucuya “sobe!” diyecekler. Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’ü de kalemim elverdiği ölçüde konuk etmeye çalıştım romana. Dilerim ulaşacağımız diğer okuyucular da sizin gibi güzel intibalarla son sayfaya kadar gelirler.

Soru 7- Türkiye’de ve dünyada örnek aldığınız “casusiye” alanında isim yapmış yazarlar kimler? Ayrıca ülkemizde bu türün gidişatı konusunda öngörüleriniz ve tespitleriniz neler?

M.A.Y.: Dünyada bu türün piri İngilizlerdir. Graham Greene, Eric Ambler, John Le Carre, Ian Fleming ve Ken Follett gibi isimler İngiliz edebiyatında ayrı bir “casusiye” türü oluştururlar. İrlandalı Glenn Meade’yi de unutamayız. ABD’de meşhur CIA Analisti Jack Ryan tiplemesiyle karşımıza Tom Clancey çıkar. Bu isimlerden bazıları meslekten istihbaratçıdırlar. James Bond karakterinin yaratıcısı Ian Fleming 6-7 Eylül olayları sırasında İstanbul’da görev yapmış bir istihbaratçıydı. John Le Carre yine İngiliz istihbarat organlarında görev yapmış ve sonrasında yazarlığı kendisine kariyer edinmiştir.

Bizde bu tür altında yazan yazar yok dersek haksızlık yapmış oluruz ama münhasıran casusiye yazan sanırım yok. Polisiye yazarları zaman zaman bu türe bir dokunup geçmişler. 1930’ların başında İskender Fahrettin Sertelli’nin yazdığı ‘Lavrens İstanbulda’ benim tespitime göre türünün ilk müstakil örneği. 1940’larda Esat Mahmut Karakurt’un yazdığı “Ankara Ekspresi” var. Ümit Deniz’in 1950’lerden 1970’lerin başına kadar yazdığı romanlarda da gazeteci-casus Murat Davman karakterine rastlarız. Deniz’in bu serisinin hayranı olduğumu söyleyemeyeceğim. Bana göre, kullanılan patolojik seviyedeki kadın düşmanı diliyle bu türe büyük zarar vermiş bu seri. Bu konuda Dark Kitap Blog’unda bir değerlendirme kaleme aldım. Ülkemizin biricik “meslekten” casusiye yazarı Bülent Rusçuklu’yu da kesinlikle unutmamalıyız! Son olarak da üstat Osman Aysu’ya selam ve saygılarımızı yollayalım. Onun Casus isimli romanını es geçemeyiz.

İstihbarat alanındaki kitaplar geometrik olarak artarken bu hareketliliği edebiyatta göremiyoruz. Kurgu sahasını film ve dizi ile genişletirsek de habire kurşunların uçuştuğu aksiyon dolu maceralarla karşılaşıyoruz. Sonunu düşünenin kahraman olamadığı bu ortamda istihbaratçılar küresel güçlerle, kukuletalı kıyafetleriyle ayinler tertipleyen Tapınakçılarla, İluminatiyle falan kapışıyor. II.Dünya Savaşı yıllarında MAH hesabına çalışan Çiçero lakaplı meşhur ajan İlyas Bazna hakkında yapılan filmde Çiçero “Matrix” serisindekileri taş çıkaracak şekilde duvarda yürüyor. Müşterisi bol olduğu için de kimsenin bu tarzı “ciddiyete davet ettiğini” göremiyoruz.

Sovyetler Birliği’nin 1930’larda devşirdiği Kim Philby deşifre olana kadar İngiliz istihbaratında en yüksek görevlere çıkmıştır. Bu gerçek öyküden esinlenen John Le Carre’ın dilimize ‘Köstebek’ ismiyle çevrilen romanında benzer şekilde devşirilen bir istihbaratçıyı romanın başkahramanı George Smiley deşifre eder. Smiley karakterine baktığımızda başarısız bir evlilikle, devamlı kendisini aldatan bir eşle karşılaşırız. Kukuletalı adamlar yoktur. İşkence gören kadın ajanın jartiyerinden, pembe iç çamaşırından bahsedilmez. Türün kaliteli eseri budur. Casusiyemize umarım biraz kalite gelir.

Soru 8- Ülkemizde çok değerli bir alanda eser veren bir yazar olarak gelecek planlarınız neler? Projelerinizden bahseder misiniz?

M.A.Y.: Önce bahsettiğim üçlemeyi bitirmeyi planlıyorum. Amcabey’in başka meceralarını da yazacağım. Amcabey’in yetiştirdiği “Yeniçeri” müstearlı Tarık Silahtar isminde genç bir istihbaratçı var. Belki onun müstakil maceralarını da konu edinirim. Öyle ya Amcabey’i bir noktada emekli etmem gerekecek! Tarihi casusiye için konu ve malzeme sıkıntısı çekmeyiz. Tarihimize bakıp birkaç örnek vereyim. Ünlü jön Orhan Günşıray’ın 1950’lerin başında MAH’ın emrinde meşhur dansçı Adalet Pi’yi takiple görevlendirildiğini biliyoruz. Adalet Pi, Hitler’in karşısında göbek atmış Türk Mata Harisi diyebileceğimiz bir femme fatale. Beşiktaş’ın efsane ismi Süleyman Seba’nın Mahir Kaynak’ın vaka subayı olduğu söylenir. Nazi Propaganda Bakanı Goebbels II.Dünya Savaşının biraz öncesinde Türkiye’ye geldiğinde MAH peşinde gazeteci kisvesiyle Turan müstearlı ajanını takıyor. Soğuk Savaşın ilk yıllarında Stalin’in başına ödül koyduğu Yunus Burkut çift taraflı çalışan bir ajanı KGB’ye deşifre ettirip idamını sağlıyor. Bizde macera da malzeme de bol. Kukuleta, jartiyer ve Matrix’ten “mülhem” sahneler olmadan çok iyi şeyler çıkar. Yeter ki sabır, dikkat ve yazma kabiliyeti bir araya gelebilsin.

Soru 9- Son olarak “casusiye” türüne emek veren bir yazar olarak bu alana ilgisi olan genç kalemlere ne tavsiye edersiniz?

M.A.Y.: Ben de genç bir kalem sayılırım. Daha ikinci romanımı yazdım. Edebiyatta alacağım uzunca bir yol var. Başkalarına akıl öğretmek gibi bir salahiyeti kendimde görmüyorum. Yazmayı seven ve benden daha genç olan arkadaşlara bol bol okumalarını ve kendilerini hazırlamalarını tavsiye edebilirim. Bu türde yazmak isteyen ve yaşı henüz genç arkadaşlardan ise kolaya kaçmamalarını rica edeceğim. Cinsellik, şiddet veya komplo teorilerinin müşterisi bol diye bu öğelerle sulandırılmış öyküler yerine ciddiyetle bağdaşacak şeyler yazma gayretinde olsunlar.

 
Röportaj: Aşkın Zengin Akkuş








Mustafa Ali Yurdupak Kimdir?

1978 yılında Samsun’da doğdu. İlk ve orta öğretimini bu şehirde tamamladı. 2001 yılında Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl, o zamanki adıyla, Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı’na Uzman Yardımcısı olarak girdi. Sonraki yıllarda Ekonomi Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı olarak örgütlenen kurumda Uzman ve Şube Müdürü olarak çalıştı. 2007 yılında Harvard Üniversitesi’nden kamu yönetimi alanında yüksek lisans derecesi aldı. 2012-2016 yılları arasında New York’ta Ticaret Ataşesi olarak görev yaptı. 2016-2020 yılları arasında Ticaret Bakanlığı’nda KOBİ’lere uluslararasılaşma destekleri sağlayan birimin Daire Başkanı olarak görev yaptı. 2020 yılından bu yana Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nda (UNDP) Kapsayıcı ve Sürdürülebilir Büyüme Portföy Yöneticisi olarak çalışmaktadır.

Edebiyata olan ilgisi küçük yaşlarda başladı. Üniversite yıllarında çeşitli öyküleri öğrencilerin çıkardığı dergilerde yayımlandı. 2018 yılında Ankara’da temel yazarlık ve yaratıcı yazarlık alanında kurslara katıldı ve bu alanlardan sertifika aldı. 2019 yılında ilk roman denemesi olan Gündönümü Harekatı’nı yazdı. Roman İnkılap Kitabevi tarafından Şubat 2021’de basılarak okuyucuların beğenisine sunuldu.





 

 


Blog Etiketleri :
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.