LORD LİSTER - Mustafa Ali Yurdupak

26-02-2024 23:51
LORD LİSTER - Mustafa Ali Yurdupak
BİR RÖNESANS İNSANI OLARAK VEDAT ÖRFİ BENGÜ ve TÜRKÇE POLİSİYEDE UNUTULMUŞ BİR SERİ: LORD LİSTER

Herhangi bir arama motoruna ‘Lord Lister’ yazdığınızda karşınıza tıbbın öncü isimlerinden İngiliz bilim insanı ve cerrah Joseph Lister çıkacaktır ve pek azımız Yazarı Vedat Örfi Bengü tarafından “…kötü işlerde eşine nadir rastlanabilecek derecede zeki ve müstesna bir adamdır. Bir maymun kadar çeviktir. Bir köpek kadar koku alır. En büyük aristokratlardan daha ince bir salon adamı olduğu kadar en bayağı külhanbeylerinden daha serseri bir apaştır” şeklinde tarif edilen Lord Lister’i bilir.

On parmağında on marifet bir sanat insanı olan Vedat Örfi Bengü bizleri Lord Lister ile tanıştırdığında sene 1944’tür. Lord Lister seri olarak 4 kitap halinde çıkar: 1- Londradaki Kan İzleri 2- Kuduran Canavarlar, 3- Ceymis Peen’in Zaferi, 4- İskelet Yüzdeki Damga. İlk ikisi 1944 diğer ikisi ise 1945’te yayınlanır. Serinin beşinci kitabı olacak ‘Ölüler Gemisi’ ise ya yayımlanmaz ya da hiç yazılmamıştır.

Lord Lister’in Vedat Örfi Bengü’nün kaleminde yeniden ve farklı şekilde hayat bulan bir antagonist olduğunu söyleyebiliriz. Aslında Lord Lister 1900’lerin başında Alman edebiyatının bir ucuz roman karakteri olarak doğuyor. Wikipedia’ya göre Lord Lister romanları Almanya ile sınırlı kalmamış. İspanya, İtalya, Hollanda hatta Malezya’da bile yayınlanmış. Bazı yazarlar onu yine bir ucuz roman karakteri olan meşhur detektif Nick Carter ile bile kapıştırmışlar. Bunda aslında şaşılacak bir şey yok. Spillane’in meşhur hardboiled’i Mike Hammer tutulunca aralarında Kemal Tahir’in de olduğu pek çok yazar Mayk Hammer kitapları yazmadı mı?

Seri hakkında daha fazla bilgi vermeden önce yazarı Vedat Örfi Bengü’yü (1900-1953) biraz yakından tanıyalım. Onu yukarıda neden “on parmağında on marifet” diye anlattığımı şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bengü ilk eserini 17 yaşında piyes olarak yazıyor. Yazdığı bazı diğer tiyatro eserleri Darülbedayi’de sahneye konuyor. 20 yaşında İstanbul’da tanıştığı sinema yıldızı Blanche Montel ile Fransa’ya gidiyor ve filmlerde rol alıyor. İstanbul’a dönünce sessiz sinema yıldızı ve ‘Saba Melikesi’ rolü ile akıllarda kalan Betty Bltyhe ile tanışıyor ve birlikte Yakup’un Kuyusu filminde rol alıyorlar. Bunlar sizi şaşırtmasın zira Vedat Örfi Bengü’nün gençlik resimlerine bakarsanız ondaki ‘Rudolf Valentino’ havasını siz de görebilirsiniz!

Vedat Örfi Bengü’nün sinema yolculuğu Mısır’da devam ediyor. Orada Ümmü Gülsüm ile çalıştığını öğreniyoruz. Bazı kaynaklarda Bengü’nün Mısır sinemasını kuran kişi olduğu iddia edilmiş. Ümmü Gülsüm ile de Ortadoğu’da ‘Mısır’ın Dördüncü Piramiti’ olarak adlandırılan meşhur şarkıcı kastediliyor sanırım. Bengü’nün sinema ile ilişkisi yönetmenlik, rejisörlük ile devam ediyor. Vurun Kahpeye, Kore’de Türk Süngüsü, Çıldıran Baba, İstanbul’un Fethi gibi filmlerde onu kâh kamera arkasında kâh kamera önünde görüyoruz.

 
Vedat Örfi Bengü’nün romanları ise ayrı bir başlık açılarak incelenmeli. Polisiye ve aşk romanları yazıyor. Aşk romanları genelde melodram havasında eserler. Bazen iki türü birbiriyle buluşturduğunu da anlıyoruz. 4 Temmuz 1944 tarihli Akşam Gazetesi’nde çevirisini yaptığı ‘Siyahlı Kadın’ “yalnız zabıta romanlarının en güzeli değil aile facialarının da en acıklısıdır” diye tanıtılmış.

 

Nazım Hikmet’in eşi Piraye Ran’ın ilk eşinin Vedat Örfi Bengü olduğunu ve Nazım Hikmet’in üvey oğlu diye bildiğimiz Memet Fuat’ın da aslında Bengü’nün öz oğlu olduğunu hatırlatalım. Tiyatro yazarlığından romancılığa; film rejisörlüğünden aktörlüğe ve yönetmenliğe uzanan renkli kariyeri ile tam bir “Rönesans Adamı” diye tanımlayabileceğimiz ve 53 gibi göreli erken bir yaşta kaybettiğimiz Bengü hakkında bu anlattıklarım dışında fazla bir bilgiye rastlamadığımı üzülerek belirtmeliyim. Selçuk Üniversitesi’nde Bengü hakkında yüksek lisans tezi hazırlayan Yasemin Yorulmaz da bu durumu belirtmiş. Tezindeki bir dipnotta “Yazarın hayatı ile ilgili bilgiye, çok az yerde ulaşabildik. Genellikle de aynı bilgiler tekrarlanmıştı. Bu noktada yazarın oğlu Memet Fuat’ın oğlu Kenan Bengü’nün eşi olan Yeşim Bilge Bengü Hanım’a ulaştık. Ancak ellerinde tezimizde kullanmak üzere bizimle paylaşabilecekleri bilgi ve belgenin olmadığını öğrendik” ifadesi ile karşılaşıyoruz.

Son olarak Vedat Örfi Bengü hakkında özellikle gazete arşivlerinde araştırma yapmanın da oldukça zahmetli olduğunu not etmeliyim. Bazen Vedad Örfi Bengü bazen Vedat Urfi Bengü hatta Vedad Ürfi gibi adının değişik yazımlarıyla karşılaşmak mümkün.

Gelelim Lord Lister Serisine…

Serinin ilk kitabı 1944 sonbaharında yayınlanıyor. Tanin ve Cumhuriyette 29 Ekim ve 1 Kasım 1944’te reklamlarına rastlıyorsunuz.

Romanlar tefrika olarak daha önce yayınlanmamış. Okuyucu ile doğrudan kitap olarak buluşuyorlar. Aslında dört roman toplamda yaklaşık 1 aylık bir sürede olanları anlatıyor. Roman bir suç dehası olan Lord Lister ile onun peşindeki Emniyet Müfettişi Ceymis Peen arasındaki mücadeleyi konu ediyor. Romanların kapaklarında yer alan “Geceleri Okumayınız” ibaresinden ve kapak tasarımlarından korku türünde olduğu izlenimi ediniyorsunuz. Ancak ‘Londradaki Kan İzleri’nin kapağını kaldırıp ilk sayfaya baktığınızda “Zabita Romanı” ibaresiyle karşılaşıyorsunuz. Elbette buradan aklımıza belediye zabıtalarının heyecan dolu maceraları gelmiyor! “Zabıta Romanı” polisiye türü için ülkemizde 19.yy sonlarından 20.yy ortalarına kadar kullanılan bir tabir.

İlk kitabın kapağındaki çizim “Ferit” imzalı. Dönemin neredeyse tüm kitap kapaklarını Münif Fehim’in resimlediğini söyleyebiliriz. Ferit’in kim olduğunu tespit edemedim.

Bengü’nün Lord Lister’i Alman orijinalinden çok daha karanlık bir karakter. Romanın başlarında  “Salonların şık hırsızı kibar kılıklı katili Londra yer altı mahzenlerinin korkunç eli bıçaklı demir yumruklu haydudu” olarak tanımlanıyor. Bir başka sayfada Lister’in baş rakibi Ceymis Peen düşmanını “damarlarında cinayet ihtirası alnında sergüzeştler damgası taşıyan katillerin en korkuncu bir sefil” diye tarif ediyor. Lord Lister makyaj ustası, kimyager ve tıp eğitimi almış sofistike bir hayduttur. Ona tehdit oluşturan rakiplerini öldürüp mumyalamakta ve bunları kendi simgesi olan siyah zemin üzerinde kuru kafa ve LL rumuzlarının olduğu örtülerle kaplı mahzenlerde camdan tabutlar içinde bulundurmaktadır. Ceymis Peen ile karşılaşmalarında ‘kadim Mısır’ın unutulmuş sanatı olan mumyalamayı’ Nazımabad ismindeki birinden öğrendiğini söyler. Yasemin Yorulmaz’ın yüksek lisans tezinden Bengü’nün Mısır’da sinemacılık için geçirdiği yıllarda merak saldığını tahmin ettiği mumyalama ve tahnit gibi konuları romanlarında sıklıkla işlediğini öğreniriz. Lord Lister kendisini Peen’e şöyle tanıtır: “Ben ne bazılarının iddia ettikleri gibi köylü çocuğuyum, ne de şunun bunun sandığı gibi bir asilzade! Ben Fransa’nın tenha bir bölgesine yayılmış bağlardan birinde, şarap imalile meşgul, kendi halinde bir ailenin biricik çocuğuydum. Bir gün zengin ve nüfuzlu bir adam bağımızdan geçti. Güzel bir kadın olan anneme göz koydu. Annemin namusuna tecavüz etmek istedi. Fakat annemden müspet bir cevap alamadı. Buna kızdı. İntikamı babamdan aldı. Babamın felaketine yürüdü. Zavallıyı iflas ettirdiler. Hakkını korumak istedi. Fakat dinleyen kim. O nüfuzlu bir derebeyi idi” Daha sonrasında şunları ekler: “İntikam almak bir hak değildir biliyorum. Fakat ben artık vicdanı körleşmiş bir adamdım. Karşılaştığım insanların adilikleri bende yeryüzünün düsturlarını artık düşündürmeyecek kadar korkunç bir tıynet yaratmıştı Her şey bu kadar mı adi ve düşkün. Şu halde ben de kainata karşı harp edeceğim” diye haykırır.

Yine bir noktada ListerBen beşeriyete ihanet etmiş adamım. Bunu kimse anlayamadı. Bir vakitler herkes gibi ben de bir insan ruhlarının öyle adilikleriyle karşılaştım ki insan ruhunu yavaş yavaş söndüğünü ve yerini bir canavar ruhuna bıraktığını hissetmeye başladım. Bu belki tuhafına gider, fakat bir hakikattir! Kurtulabileceğine zerre kadar ihtimal vermiyorum ki sana yalanlar uydurmak mecburiyetini duyayım!

Bunları söyledikten sonra Bengü şöyle devam eder:

Lord Lister yerinden kalktı. Tüyler ürpertici bir kahkaha saldı. Polis hafiyesinin karşısına dikildi. Ellerini çarprazladı, gözlerini dikti ve korkunç bir tavırla:

-   Ben budala değilim Ceymis Peen! Dedi…Canavar ruhu taşımanın ne kötü bir şey olduğunu biliyorum. Çok iyi biliyorum ki, bu korkunçtur… çirkindir… lanetle karşılanacak bir şeydir ve bir hastalıktır. İşte ben bir hastayım! Ancak ilacını intikam almakta, kötülük etmekte, kan emmekte bulan bir hasta!

Bengü’nün bu serisi hakkında Cinai Roman isimli blogda rastladığım bir yazıda “o kadar kötü ki güzel” gibi bir ifadeye rastladım. Ben seriyi bu kadar hafifsemiyorum. Lord Lister’de biraz cenetten kovulan Şeytan’ın umutsuzluğuna; biraz Kaptan Nemo’nun insanlara karşı duyduğu öfkeye ve biraz da Fantom’un psikopatolojisine yer verildiğini düşünüyorum. Ama buradan seriye kayıtsız bir hayranlık duyduğumu çıkarmamalısınız. Lord Lister serisi inandırıcılık ve konu sürekliliği gibi konularda okuyucuyu hayal kırıklığına uğratıyor. Lister’in devamlı kılık değiştirmelerle en yakınlarındaki insanları bile girdiği kılıktaki insan olduğuna inandırabilmesini, Londra’nın altında içinde ucu şatolara bağlanan dekovil hatları çalıştıracak tüneller inşa etmesini ve bunları kimsenin fark etmemesini, insanları cinayet işlemek üzere hipnotize edebilmesini okuyunca içinizden bir ses sık sık “O kadar da değil!” diyor.

Gelelim Lord Lister’in baş düşmanı Emniyet Müfettişi Ceymis Peen’e! O da Lord Lister gibi kimya alanında bir uzman ve kılık değiştirmede Lister ile yarışacak kadar yetenek sahibi. Romanda Peen’in Londra’nın dört bir yanında çeşitli apartman daireleri olduğunu buralarda hem dinlendiğini hem de zengin gardıroplarındaki kıyafetler ve makyaj malzemeleri ile kendini istediği kılığa sokabildiğini okuyoruz. Bu kılık değiştirmeler bu noktada o kadar kafa karıştırıyor ki Lord Lister’in James Peen kılığında, Peen’in ise bir başka kılıkta olduğu anlar yaşanıyor. Bengü bu nedenle ara sıra “Okuyucularımız anlamışlardır. Bu gölge Ceymis Peen’in kendi idi” gibi müdahaleler yapmak zorunda kalıyor. Bengü, Peen’i “Zaten hayatta onun için korku denilen şey yoktu. Meslek aşkı onun hayat lügatinden korku denilen kelimeyi çoktan silmişti!” diye tasvir ediyor.

Seride birçok yer adları geçiyor. Mesela Reks Mahallesi, Dook Sokağındaki 29 No’lu ev, Meron Mezarlığı gibi. Ancak bunların 1940’lar Londra’sından gerçek mekanlar olmayıp yazarın hayal gücünün mahsulleri olduğunu anlayabiliyoruz.

Seri üçüncü ağızdan hikaye edilmiş. Ama Bengü günümüz romanlarında artık pek rastlanılmayan yukarıda bahsettiğim müdahaleler ile okuyucunun kafasının daha fazla karışmasını önlemeye çalışmış. Bazen de “Muhakkak bir ölümün bağrında bıraktığımız meşhur emniyet müfettişinin ertesi sabah emniyet dairesine gelebilmesi için nasıl bir mucize olmuş ve galip bir mevkide bulunan Lord Lister idama mahkum ettiği düşmanını nasıl elinden kaçırmıştı! Bu beklenmedik ve umulmadık kurtuluşun sebep ve şekillerini ileride göreceğiz” gibi anlatımı durduran ve bir “Az Sonra!” havası veren merak uyandırma tekniklerine başvurmuş.

Oğuz Eren (cinairoman blogundaki yorumuna yukarıda yer verdiğim yazar) Virgül dergisinin 2009 sayısında yer alan ‘Romanımızda Korku’ isimli makalesinde Lord Lister serisi için “kült mertebesinde saymak lazım gelir.” der ve ilave eder: “ ‘Kasırgalar Uluyor!’, ‘Yıldızlar cehennemin dibinde kıvranıyor!’, ‘Korkunç!’, ‘Her şey korkunç! Hangi yana bakılsa tüyler ürperiyor.’” gibi ifadeleri bugün yazılan bir romanda bulmazsınız. Lord Lister serisinde ise bini bir paradır. Baygınlık vermek şöyle dursun, seriye naif bir özellik katan bu üslup takdire şayandır.”

Romanların kapağındaki “Geceleri Okumayınız” ibaresinin korku türünde olduğunu düşündürttüğünü yazmıştım. Aktardıklarımdan da anlaşılacağı gibi seride korku öğesine rastlamıyorsunuz ancak serinin son kitabında Lister’in emrindeki ‘ölü eti yeme hastalığına tutulmuş delilerin’ olduğu sahneler bu duruma bir parça istisna getiriyor diyebiliriz.

Lord Lister serisini 1944 ve 1945’te Apa Yayınları basmış. İlk kitabın kapağında “Apa Neşriyatı” ibaresini görüyoruz. İçerde ise “Apa Yayınevi” diye geçiyor. Kitabın sonunda Apa’dan çıkan diğer kitaplara dair reklamda yayınevinin Bengü ve M. Fethi Apa tarafından kurulduğu ifadesiyle karşılaşıyoruz. Yayınevine adını veren ortağa dair bir ipucuna rastlamadım. Apa Yayınevi’nin 1944’te “Zar Oyunları ve Kâğıt Hileleri” adlı bir kitap bastığını görüyoruz. 1945 senesi Apa kitaplarının isimleri ise Aşk Gondolü, Yavrum! Bekaret Kemeri. Buradan, Apa’nın yayın çizgisi hakkında bir fikir sahibi olabiliriz sanırım. Apa Neşriyat/Apa Yayınevi dışında 1950’lerde kitap basmış olan Apa Ofset, Apa Kitabevi gibi isimlere de rastladım ama Bengü’nün kitaplarını basan Apa ile bağlantılarından emin değilim.

Bengü’nün Lord Lister serisini 1963’te ‘Hakiki Ucuzluk Kitabevi’ basmış. Bu baskıda da “Geceleri Okumayınız” ibaresini görüyoruz. Hakiki Ucuzluk Kitabevi’nin de yayın çizgisi biraz Apa’nınki ile benzerlik gösteriyor. Birkaç başka kitap adı sayarsak: Ateşli Geceler, Amerikan Judosu ve Juijitsu, Erkeğe Susayan Kadınlar, Kanlı Oyun (Bu sonuncu bir Mike Hammer romanı)

Bengü’nün serisini son olarak 2023-24 yıllarında ‘Dorlion Yayınları’ okuyucuyla buluşturdu. Dorlion, Ankara merkezli bir yayınevi ve hevesli yazarların kitaplarını ücreti mukabilinde basıyor.

On parmağında on marifet bir yazarın, Türk Rudolf Valentino’su Vedat Örfi Bengü’nün Lord Lister serisi Türkçe Polisiyede önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyorum ve Bengü’nün uyarısına karşın geceleri de gönül rahatlığı ile okuyabileceğinizi söyleyebilirim!

Kopyala URL'i Kopyala 

 

Blog Etiketleri :
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.