MÜZİK VE EDEBİYATIN DÜETİ / KREUTZER SONAT

Finans kökenli bir yazar olarak edebiyat dünyasına ilk adımlarımı attığımda:
“Rakamlarla yorduğum zihnimi sözcüklerle rahatlatmayı hedefliyorum,” diyerek gelecek planlarımın rotasını çizmiş, kendime bir yol haritası belirlemiştim. O gün bu gündür sözcüklerin yansıttığı güce teslim ettiğim ruhumun, deneyimlediğim dinginliğin kölesi olduğunu fark ettim. Şikâyetçi miyim? Elbette hayır…
Bütün bunların etkisinde kalarak: “Sözcükler notalara benzer, ahenkle dans ettiklerinde dünyanın en güzel şarkısına dönüşebilirler!” diye büyük laflar da etmiştim.
Elde ettiğim tecrübeleri cebime koyup yolculuğumu sürdürürken, geldiğim noktada isabetli davrandığımı görmek, kendi adıma doğru yolda olduğumu gösterdi bana.
Sizlere aktarmak istediğim konunun özneleri olan edebiyat, müzik ve diğer sanat dallarının etkileşimi özelinde “Kreutzer Sonat”ı ’ anlatmaya çalışacağım. Kreutzer Sonat”ı zirveye taşıyan müzik ve edebiyat olduğuna göre, bu iki sanat dalı arasındaki ilişkiye değinmek, başlangıç için en doğru adım olacaktır.
Sanatın önemli formlarından olan bu iki tür için dilin ritmi aynı derecede önemliyken birinde sözcükler, diğerindeyse notalar ön plana çıkıyor. Her ne kadar farklı olsalar da sevgiyi, aşkı, öfkeyi, entrikayı, isyanı, hayatı ve birçok duyguyu içlerinde barındırıyorlar.
Müzik bu temaları doğrudan iletirken edebiyata duygusal bir alan açıyor, edebiyat ise müziğe farklı bir derinlik sunuyor… Edebiyat kendi ritmiyle müziğe kapılarını sonuna kadar açarken, müzik, kelimelerin gücüyle sanata altın vuruşunu yapıyor.
Shakespeare’in, Puccini’nin ve daha birçok tiyatro metninin yanında romanlar, şiirler de müzikallerin temellerini oluşturuyor. Senfonik şiirleri de unutmamak gerekiyor elbette.
Beethoven'ın eseri “Kreutzer Sonat”, ortaya çıktığı dönemde keman-piyano sonatı türünde gerçek bir devrim yaratmıştı. Bu devrimin en önemli nedeni de keman ve piyanoda rollerin eşitlenmiş olmasıydı. Alışılagelmiş keman sonatlarında piyano kemana eşlik ederken, Kreutzer Sonat iki enstrümanı yan yana getirerek onları bir bütünün iki eşit parçasına dönüştürmüştü. Geleneksel anlayışı kökten değiştiren bu durum, eserin dramatik boyutta derinleşmesine neden oldu. Bu haliyle hem piyano hem de keman açısından teknik olarak dönemin en zorlu eseri olarak kabul edildi.
Sadece teknik anlamda değil, süresinin uzun olmasıyla da dikkat çekmişti. Standart dışı olarak görülen bu uzunluk, eserin içerdiği dramatik yapının derinleşmesine neden olurken keman-piyano sonatı türünü bambaşka bir boyuta taşıdı.
Beethoven Kreutzer Sonat'ı, prömiyerini yaptığı Bridgetower'a adamış ancak aralarında bir tartışma yaşandıktan sonra ithafından vazgeçmişti. Bu defa, eserin popüler olabileceği düşüncesiyle ünlü Fransız kemancı, besteci Radolphe Kreutzer' a yönelerek sonatı kendisine adadı. Fakat ünlü kemancı bu eseri hiçbir zaman çalmadı. Bütün bunlara rağmen, Beethoven'ın Almanya’daki evinde bulunan Kreutzer Sonat'ın el yazmasının hitap kısmında, ''Sonata mulattica composta per il Mulatto Brischdauer gran Pazzo e compositore mulattico'' yazıyordu. Yani: ''Büyük soytarı, çılgın ve melez besteci Bridgetower için yazılmıştır” diyordu…
Kreutzer Sonat hem müzik camiasını hem de diğer sanatsal formları uzun süre etkisi altında bırakmaya devam etti. Bunların içinde en çok iz bırakanı, Tolstoy'un 1889 yılında yayımlamış olduğu aynı adlı eseriydi. Bu uzun öykü, toplumun ahlak kurallarını sarsacak nitelikteydi. İşte tam da bu nedenle edebi dünyada infial yarattığı için “edebiyat devrimi” olarak kabul edildi.
Eser, dönemin evlilik kurumunu, aşk, cinsellik gibi hassas konuları son derece dürüst bir bakış açısıyla ele alıyordu. Başkahraman Pozdnişev'in ağzından verdiği mesajlarla evliliğin yasal seks olduğunu, sevgi yerine şehvete dayanan bir kurumdan başka bir şey olmadığını iddia ediyordu Tolstoy. Bu durumun kadınları köleleştirdiğini söylerken toplumun ahlak anlayışını da katı bir şekilde sorguluyordu. Romantik aşkın şehir efsanesi olduğunu öne sürerek büyük bir tabunun yıkılmasına da sebep oldu aynı zamanda.
Kıskançlık kriziyle karısını öldüren Pozdnişev'in işlediği suça rağmen, beraat etmesi üzerinden toplumsal ikiyüzlülüğü sorguluyordu. Aslında Pozdnişev, kadınlara cinsel dürtülerle yaklaşan her erkeğin karısını öldürdüğü inancındaydı. Şöyle diyordu:
“Mahkemede bana karımı neyle, nasıl öldürdüğümü soruyorlar. Aptallar! O zaman 5 Ekim’de onu bıçakla öldürdüm sanıyorlar. Ben onu o zaman değil çok daha önce öldürdüm. Tıpkı şimdi herkesin, herkesin öldürdüğü gibi.”
Ona göre cinsel bir obje olarak görülen kadın zaten ölüydü. Bedeninin ortadan kaldırılması herhangi bir şey ifade etmiyordu. Kendi cinselliğinden utanç duyan kadın, erkeğin namusunu saklamakla, erkek ise şerefi için kadının namus bekçiliğini yapmakla yükümlüydü. Ataerkil toplum düzeninde, işlediği suçun çıktısı namus davası olarak görüldüğü için ceza almamıştı Pozdnişev.
“Karımı, haysiyetimin ayaklar altına alınması sonucunda geçirdiğim büyük bir öfke nöbeti esnasında öldürdüğüme karar verildi,” diyordu.
Tolstoy başkahramanı aracılığıyla kadına bakış açısını açık bir şekilde yansıtıyordu okura. Pozdnişev öyküde karısının adını bir kez bile zikretmiyordu. İsminin geçmesi gereken durumlarda karısından “o” diye bahsederek, kadını yok sayıyordu. Trendeki kadın kahramanı ise nihilizmi savunan soytarının teki olarak görüyordu.
Aile kavramını eserlerinde işlemeye özen gösteren Tolstoy, cinsellik konusunda farklı fikirlere sahipti. Birtakım düşüncelerin etkisinde kalarak, üremek için bile olsa, cinsel ilişki yaşanmaması gerektiğini savunuyordu. Fakat bu fikirlere sahip birinin on üç çocuğu olması ilginç bir tezat yaratıyordu.
Aslında ona bütün bunları düşündüren, toplumsal dejenerasyon kaygısıydı. Geleneksel toplum yapısının kaybolmasından endişe ederken, -ataerkil sistemin işlemesi adına- eserlerinde üzerine düşeni fazlasıyla yapıyordu. Kadını kurban ettiği eserlerinde geleneksel değerlerin yitimini yine kadın üzerinden tanımlıyordu. Anna Karanina romanındaki Anna karakteri, evli bir kadın olmasına rağmen yasak aşkının peşinden giderek aile kavramını yerle bir eder. Sonu ölümdür… Şeytan adlı öyküsünde de cinselliğini özgürce yaşamak isteyen kadın karakter ‘şeytan’ olarak görülüp, bir erkek tarafından öldürülür. Bu örneklere bakıldığında Tolstoy’un roman kahramanları olan kadınların ölümleri, sembolik de olsa cinselliğin ölümüne sebep oluyordu.
Ona göre sadece özgürleşmek isteyen kadın figürü değil, modernizm de geleneksel yaşamın katiliydi. Eserlerinde yer verdiği trenler, modernizmin yol açacağı felaketleri simgeliyordu. Anna Karanina’nın ölümü, kadını felakete sürükleyen modernizmin eleştirisi, tren ise bunun simgesiydi. Kreutzer Sonat’ın da tren yolculuğunda geçen bir hikâye olması tesadüf değil, Tolstoy’un vermek istediği mesajın bir parçasıydı.
Öyküdeki her kahramanın toplumsal bir prototipi simgelediğini de unutmayalım: Bir tren kompartımanında sohbet eden grubun içindeki kadın kahraman nihilist kadınların, avukat çağdaş erkeğin, yaşlı tüccar ise eski kafalı bir erkeğin sembolü olarak çıkıyor karşımıza. Pozdnişev karakteriyse, ataerkil bir ortamda yetişen ancak yeniliklere ayak uyduramayan bir adamı simgeliyor. Başkahramanın karısı da dahil olmak üzere öyküdeki kadınlar özne değil, geleneksel yaşamın içinde sıkışıp kalan bir nesne olarak resmediliyorlar eserde.
Rus realizminin sınırlarını zorlayan Tolstoy, toplumdaki ahlaki çürüme ve insan ruhunda yaşanan iç çatışmaları gözler önüne seriyor aynı zamanda. Hal böyle olunca eser, Rus toplumunda ve Çarlık sarayında büyük bir tepkiyle karşılanarak uzun süre yasaklandı. Yayımlandığındaysa, toplumu ahlaksızlığa yönelttiği için suçlanmış, kilise Çar’a mektup yazarak Tolstoy’un cezalandırılmasını istemişti. İşte bu durum, Tolstoy’un Rus Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edilmesinin ayak sesleri olmuştu. Sırf öykü okunmasın diye Amerika’da Ulusal Posta Servisi, eseri tefrika eden gazetelerin dağıtımını engelledi. Theodore Roosevelt, Tolstoy’un ahlaki bir sapık olduğunu söylerken kadın dernekleri bu esere karşı ayaklandı.
Tepkiler sadece bununla da kalmadı; eser, çağdaşı yazarlardan da olumsuz geri dönüşler aldı. Hatta Gogol, Gorky, Dostoyevsky, Turgenyev gibi birçok Rus yazarın hikâyelerini İngilizceye çeviren Amerikalı tercüman Isabel Hapgood, Tolstoy’un kahramanını aile yaşantısına uygun olmadığı nedeniyle eleştirdi. Fakat tercüman, 1890 yılında bu uzun öyküyü tercüme etti. Tolstoy’un hikâyesini okuyan Anton Çehov da Tolstoy’un aşk, evlilik ve aileyle ilgili fikirlerine şiddetle karşı çıktı. Yine de bütün bunlara rağmen:
“Ancak bu eksiklikler, rüzgârda uçuşan tüyler gibidir; hikâyenin genelinde onlar hiç fark edilmez, fark etseniz bile, sadece izlerden arınmamış, kusurlu insanların tüm bunların mevcudiyetinden kaçınmadığı için yalnızca rahatsız olursunuz!” diyordu Çehov.
Tolstoy, Kreutzer Sonat öyküsünde anlatmak istediği şeyin tam olarak ne olduğunu açıklaması yönünde epey bir baskıya maruz kalmıştı. Bunun üzerine, “Yazarın Romana Dair Yazısı” şeklinde bir savunma metni hazırlayarak kitabın son sayfasına aldı. Buraya kadar anlattıklarımın ışığında şunları söyleyebiliriz:
Tolstoy yaşadığı çağda kendi toplumunun kalıplarını kırarak sosyal sınırları zorlamış, sanatsal yaklaşım konusunda Beethoven ile yolları kesişerek onunla aynı kaderi paylaşmıştı. Ana karakteri Pozdnişev'in ağzından şunları yazıyordu Tolstoy:
"Müzik, kendimi unutturuyor, gerçek konumum beni başka bir yere götürüyor, benim olmayan bir konuma müziğin etkisi altında hissetmediğim şeyleri hissettiğimi sanıyorum ve anlamadığım şeyleri anladığımı zannediyorum!”
Bu da bize gösteriyor ki Tolstoy, müziği sanatın zararlı bir boyutu olarak ele alıyordu. Bir görüşe göre bu önermenin kökleri Sokratesçi düşünceye kadar uzanıyordu. Sokrates’in üremenin gerçekleşmesi dışındaki cinsellikten uzak durulması gerektiğine dair görüşü de Pozdnişev ile farklı bir boyuta taşınıyor, Schopenhauerci bir anlayışa bürünüyordu. Üremek için bile olsa cinsellikten uzak durulmalıydı.
Dolayısıyla, tutku ve duyguları harekete geçirdiği düşünülen müzik, hipnoz etkisi yaratarak insanın isteklerine yenik düşmesine sebep oluyordu. Tolstoy’a göre müzik, arzuları harekete geçiren bir sanat türüydü ve kontrol altında tutulması gerekiyordu. Pozdnişev aracılığıyla da bunu açıkça dile getiriyordu:
“Çin’de müzik devlet işidir. Öyle olmalıdır zaten. İsteyen herkesin başka birini ya da başka bir sürü insanı hipnotize etmesine, daha sonra da bu insanlara istediğini yapmasına izin verilebilir mi?”
Tolstoy tepki çeken öyküsünü iki yılda bitirirken dokuz kez düzeltme yapmıştı. Hikâyenin kahramanı Pozdnişev, bir trende aşk hakkında yapılan bir konuşmaya dâhil olup erkeklerin kadınlar hakkındaki olumsuz davranışlarına dair söylemlerde bulunuyordu. Kendi evliliğinde yaşadığı olumsuzlukları anlatırken, evliliğin ne kadar gereksiz bir kurum olduğundan bahsediyordu.
Karısı bir kemancıya hayrandı ve âşığıyla birlikte Beethoven’ın Kreutzer Sonatı’nı çalıyorlardı. İkisinin yakınlaşmasından şüphelenerek geçici bir süreliğine evden ayrıldı. Bir süre sonra tekrar eve döndüğünde onları birlikte gördü. Müzisyen evden kaçarken, karısı Pozdnişev’in hançer darbelerine maruz kalarak hayatını kaybetti.
Öykünün ana temasındaki unsurların müzikal zevk, cinsel arzu ve şiddetli kıskançlık olduğunu söyleyebiliriz. Tolstoy öyküde kahramanı aracılığıyla şu mesajı veriyordu:
"Onlar, Beethoven’ın Kreutzer Sonatı’nı çalıyorlardı. İlk prestoyu biliyor musun? Biliyor musun?” diye haykırdı. ''Bu! … Korkunç bir şey bu sonat... Genelde de korkunç bir müziktir. ... Bu, bu müzik, müziği besteleyen kişinin ruh haline doğrudan götürüyor beni. Kreutzer sonatını yazan kişi- Beethoven-, neden bu ruh halinde olduğunu biliyordu… İşte bu yüzden müzik bazen o denli korkunç oluyor ve insanı derinden etkiliyordu.”
Aslına bakarsanız Tolstoy’un biyografi yazarı Pavel İvanovich Biryukov’a göre, Tolstoy bir gece evinde çalınan Beethoven’ın Kreutzer Sonat’ı sonrasında eşinin (kemancıyla) ihanetiyle sarsılmıştı. Tolstoy günlüğüne şöyle yazmıştı:
“Doğrusunu söylemek gerekirse ‘Kreutzer Sonatı'nın’ duyguları, kadınların cinsel gereksinimlerinin depresif hali hakkında, komik bir dille ve harika bir içerikle mektup yazan Slav bir kadına aittir!”
Tolstoy’un sonatı eşi tarafından da tepkiyle karşılandı. Günlüğünde şöyle diyordu kadın:
“Tüm kalbimle bu hikâyenin benim için yazıldığını hissettim. Bu beni yaraladı… Tüm dünyanın gözü önünde beni aşağılayarak aramızdaki aşkı mahvetti.”
Beethoven'ın Kreutzer Sonatı’nın etkisi sadece edebiyat alanıyla sınırlı kalmadı; bu eser birçok sanatçıya ilham vererek sanatlar arası etkileşimi tetikledi. Önce Tolstoy'a ilham kaynağı oldu, ardından da Tolstoy'un eseri Çek besteci Leoš Janáček'in "Kreutzer Sonat" adlı Yaylı Çalgılar Dörtlüsü'ne… Bununla da kalmadı elbette; film, tiyatro oyunları ve resme de sıçradı ilham perileri.
Ressam Rene-Xavier Prinet'in 1901’de bitirdiği ''Kreutzer Sonat''adlı tablosu, tıpkı müzik ve edebiyatta olduğu gibi kendi alanında yankı uyandırdı. Beethoven’ın sonatın birinci bölümünde dinleyiciye hissettirdiği kargaşa ve karışıklığı tuvaline yansıtmayı başaran Prinet, Kemancı Trukachevsky ve Pozdnyshev'ın piyanist eşinin öpüşme sahnesini aynı güçlü duygularla yorumluyordu. 1901 yılında ilk defa Paris, Munich ve Stuttgart da sergilenen tablo Bavyera prensi tarafından satın alındı.
“Kreutzer Sonat” elbette hızını alamadı. Sanatın her alanına yayılmak gibi bir misyonu vardı âdeta. 1956’da Fransız yapımı bir film olarak çıktı karşımıza. Filmin yönetmeni ‘Eric Rohmer aynı zamanda oyuncu olarak yer almıştı yapımda. Jean- Claude Brialy ve Françoise Martinelli filmin diğer oyuncularıydı. Örnek verebileceğim bir diğer yapıt ise yönetmenliğini Sofiya Milkina ve Mikhail Shvejtser olan Rus yapımı bir filmdi. Kreytserova Sonata adlı yapıtta Oleg Yankovski, Aleksandr Trofimov ve Irina Seleznyova adlı oyuncular yer alıyor.
Sanatın her alanında deprem etkisi yaratarak ilham perilerini ateşleyen kahramanlara yeniden dönecek olursam; Beethoven da Tolstoy da ''Kreutzer Sonat” adlı eserlerinde insan ruhunu derinlemesine incelerken, kendi alanlarında bilinçdışı korku ve arzuları hem okuyucu hem de dinleyiciyle yüzleştirmeyi başarmışlardı. Edebi ve müzikal anlamda gerçekleştirilen bu yüzleşme, yaşadıkları çağı aşarak darbeye dönüştü.
Bu darbe diğer sanat dallarına da sıçradı…
Sonra ne mi oldu?
DEVRİM!
Aşkın Zengin Akkuş
Sosyolog & Yazar
Kaynakça
* Karabacak, E. / An analysis of Lev Tolstoy’s Story Kreutzer Sonata in the context of feminist criticism theory / Karabacak, E.
* Yağmur Üçüz / Cinselliğin Metafiziği Feminist edebiyat eleştirisi bağlamında Lev Tolstoy’un Kreutzer Sonat adlı uzun öyküsü üzerine bir inceleme
* VAKANÜVİS- Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi/ International Journal of Historical
* Lev Nikolayeviç Tolstoy - Kreutzer Sonat - İş Bankası Yayınları